Categories: Kültür

Sigmund Freud: Psikanalizin Evrimi ve Bilinçaltı

” İnsan, karşılaştığı kişilerin kalıntısıdır. “

Sigmund Freud; psikoloji biliminin temel taşlarını atan, bilinçdışı zihinsel süreçlerin anlaşılmasında devrim yaratan ve insan davranışlarını anlamada çağ açan bir isimdir. Hem tıp hem de psikoloji alanlarındaki katkılarıyla tanınan Freud, günümüzde hâlâ pek çok alanda tartışılmakta ve etkisini sürdürmektedir. Psikanaliz kuramının kurucusu olan Freud’un düşünceleri modern psikolojinin şekillenmesinde büyük bir rol oynamış ve birçok teorisyen tarafından ya benimsenmiş ya da eleştirilmiştir. Onun mirası sadece psikoloji literatürüyle sınırlı kalmayıp kültür, sanat ve edebiyat gibi alanlarda da derin izler bırakmıştır. Freud’un hayatı, eğitimi, çalışmaları ve teorileri bir bilim insanından çok daha fazlasını ifade eder ve psikolojinin ötesindeki etkisi onun entelektüel mirasının ne kadar kapsamlı olduğunu gösterir.

Doğumu ve Aile Hayatı

Sigmund Freud, 6 Mayıs 1856’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı olan Freiberg (günümüzde Çek Cumhuriyeti sınırlarında bulunan yeni adı ile Příbor) kasabasında doğdu. Ailesi köken olarak Yahudiydi ve Freud’un doğduğu dönemde ailenin maddi durumu oldukça zorluydu. Freud’un babası Jakob Freud bir keçi dericisi ve annesi Amalia Freud ise ev hanımıydı. Ailenin sekiz çocuğundan biri olan Freud eğitim hayatına erken yaşta büyük bir kararlılıkla başlamıştır. Küçük yaşlardan itibaren üstün bir zekaya sahipti ve özellikle akademik başarısıyla dikkatleri çekti. Viyana Üniversitesi’ne kabul edilen Freud burada tıp eğitimi almaya başladı. Tıp fakültesinde beyin ve sinir hastalıklarına olan ilgisi arttı ve nörolojiye yönelmeye karar verdi. Bu dönemde nörolojik hastalıklar hakkında birçok araştırma yapmış ve çeşitli psikolojik rahatsızlıkları inceleme fırsatı bulmuştur.

Eğitim ve Kariyeri

İlk öğrenim hayatını Viyana’da tamamladıktan sonra 1873 yılında Viyana Üniversitesi’ne kaydoldu. Başlangıçta hukuk okuma niyetinde olsa da kısa süre içinde bilimsel araştırmalara olan ilgisi onu tıp okumaya yönlendirdi. Viyana Üniversitesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra 1881 yılında mezun oldu. Eğitimi sırasında özellikle sinirbilim ve nörolojiye olan ilgisi artmış, bu alanlar kariyerinin temelini oluşturmuştur. Tıp eğitimi sırasında zamanının en önemli nörologlarından olan Theodor Meynert’in gözetiminde çalıştı. Meynert, beyindeki sinirsel yapılar ve işlevlerle ilgili yaptığı araştırmalarla tanınmıştı ve onun öğrencisi olarak beynin yapılarını incelemeye ve insan davranışlarıyla ilgili biyolojik temelleri araştırmaya başladı. İlk yıllarda nöroloji alanında yaptığı çalışmalar, sinirsel hastalıklar ve beyin fonksiyonları ile ilgili derinlemesine bilgi edinmesini sağladı.Viyana Üniversitesi’nde tıp eğitimini tamamladıktan sonra sinir hastalıkları üzerine çalışmalar yapmak üzere Viyana’daki bir hastanede nöroloji uzmanı olarak görev almaya başladı. Burada beyindeki sinirsel işlevler ve davranışlar arasındaki bağlantıları araştırmaya başladı. Freud hayatında önemli bir dönüm noktasını 1885’te Paris’e gitmesiyle yaşadı. Paris’te ünlü nörolog Jean-Martin Charcot’un yanında hipnoz üzerine çalışmalar yaptı. Histeride hipnozu kullanan ilk nörolog olan Charcot hipnozun psikoloji vakalarında etkili olabileceğini savunuyordu. Freud burada hipnozun insan psikolojisi üzerindeki potansiyel etkilerini derinlemesine inceleme fırsatı buldu.

1880’lerin sonlarına doğru ileride psikanalizin temel taşlarını oluşturacak olan “bilinçdışı” ve “travmalar” konularına ilgi duymaya başladı. Bu dönemde ünlü psikolog Josef Breuer ile birlikte psikolojik tedavi yöntemlerini incelemeye ve araştırmalar yapmaya devam etti. Breuer ile birlikte “Studies on Hysteria” adlı önemli bir çalışma yayımladılar. Bu kitap psikanaliz kuramının temellerini atmış ve özellikle hastaların semptomlarını çözmek için bilinçdışı süreçlere odaklanılmasının önemini vurgulamıştır.

Psikanaliz Kuramı ve Bilinçaltı Üzerine Çalışmaları

Sigmund Freud’un psikolojiyi yeniden şekillendiren en önemli katkısı psikanaliz adlı tedavi yöntemini geliştirmesidir. Psikanaliz bireylerin bilinçaltındaki gizli düşünce, his ve arzuları ortaya çıkarmayı amaçlayan bir terapi yöntemidir. Freud insan zihnini bilinçli ve bilinçdışı olmak üzere iki ana bölüme ayırmış ve kişilerin psikolojik sorunlarının büyük bir kısmının bilinçdışındaki bastırılmış arzular ve travmalarla ilgili olduğuna inanmıştır. Freud’a göre insanların birçoğu yaşadığı travmaları bilinçli olarak unutmuş olsalar da bu travmalar bilinçdışında hayatlarını etkileyen büyük bir güç haline gelir. Bilinçdışındaki bu bastırılmış unsurlar sadece kişisel travmalarla değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve kültürel baskılarla da şekillenebilir. Freud’un teorisi, bireysel ve toplumsal dinamiklerin karmaşık bir etkileşimini içerir.

Bilinçdışının içeriği çoğunlukla bilinçli olarak bastırılmış duygular, düşünceler, anılar ve arzularla doludur. Bu bastırılmış içeriğin bireyin bilinçli yaşamında çeşitli ruhsal bozukluklar ve semptomlar olarak kendini gösterdiğini savunur. Psikanalizin amacı bilinçdışındaki bu bastırılmış unsurları ortaya çıkarmak ve bireylerin bilinçli düzeyde bu içeriği kabul etmelerini sağlamaktır.

Psikanaliz kuramı sadece bilinçdışına odaklanmakla kalmaz aynı zamanda insan kişiliğinin gelişimine dair önemli ilkeler de sunar. Psikanaliz kuramının başlıklarını ele alalım;

Bilinç, Bilinçaltı ve Bilinç Öncesi

Freud; insan zihnini üç düzeyde tanımlar: Bilinç, Bilinçaltı ve Bilinç öncesi

  • Bilinç: Kişinin şu an farkında olduğu düşünceler, duygular ve algılardır. Farkında olduğumuz her şey bilinç düzeyindedir.
  • Bilinçaltı: Bastırılmış düşünceler, arzular, anılar ve duygulardır. Bilinçaltı unsurlar insanın davranışlarını ve duygusal durumlarını etkiler fakat birey bunların farkında değildir.
  • Bilinç Öncesi: Bilinçle bilinçaltının arasında bir geçiş bölgesidir. Birey, bilinç öncesi düzeyindeki düşüncelere genellikle kolayca ulaşabilir ancak bunlar farkındalık düzeyine çıkmazlar.

ID, Ego ve Süper Ego

Freud, insan kişiliğini üç temel yapıya ayırmıştır: id, ego ve süper ego. Bu yapılar arasındaki denge bir bireyin psikolojik sağlığı üzerinde büyük bir etkiye sahiptir.

  • Id: İnsan kişiliğinin ilkel kısmıdır. Tamamen içgüdüsel ve dürtüsel olan id, haz ilkesine göre hareket eder. Bu yapı doğrudan zevk ve tatmin arayışı içerisindedir.
  • Ego: Ego, gerçeklik ilkesine göre hareket eder ve id’in istekleri ile süper ego’nun ahlaki baskıları arasında bir denge kurmaya çalışır. Ego, daha mantıklı ve gerçekçi bir düşünme şekline sahip olup bireyin çevresiyle uyum içinde olmasını sağlar.
  • Süper Ego: Süper ego, bireyin içselleştirdiği toplumun ahlaki değerlerini ve normlarını temsil eder. Kişinin doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayarak vicdanı oluşturur. Süper ego, id’in dürtüsel isteklerine karşı kontrol sağlar.

Bastırma (Repression)

Freud’a göre bastırma bilinçdışına itilen duygular, düşünceler ve anıların temel mekanizmasıdır. İnsan kabul edilemez veya rahatsız edici düşünceleri ve duyguları bilinçdışına iterek unutmaya çalışır. Bastırılmış bu içerikler psikanaliz gibi tekniklerle yüzeye çıkabilir. Freud bu bastırılmış içeriğin çeşitli psikolojik semptomlara yol açabileceğini savunmuştur.

Serbest Çağrışım (Free Association)

Serbest çağrışım Freud’un psikanalitik terapi yöntemlerinden biridir. Bu yöntemi kullanarak hastaların daha derin psikolojik düzeylere inmesini sağlamayı amaçlamıştır. Bu teknikte hastalar düşüncelerini ve duygularını sansürlemeden ve hiçbir filtre koymadan ifade ederler. Bu süreç bilinçdışındaki gizli düşüncelerin açığa çıkmasını sağlamak için kullanılır. Freud, hastaların serbest çağrışım yoluyla bilinçdışındaki travmaları ve bastırılmış duygularını keşfettiklerini öne sürmüştür.

Rüya Analizi

Freud rüyaların bilinçdışının kapılarını araladığını savunmuştur. Ona göre rüyalar bastırılmış düşüncelerin, arzuların ve travmaların sembolik ifadeleridir. Rüyaların iki düzeyde incelenmesi gerektiğini belirtir;

  • Manifest içerik: Rüyanın görünen kısmı, yani bireyin hatırladığı ve anlattığı rüyanın yüzeysel öğeleridir.
  • Latent içerik: Rüyanın derin anlamı, bilinçdışındaki gizli ve bastırılmış arzuların sembolik ifadesidir.

Rüya analizi psikanalizde önemli bir yer tutar çünkü Freud’a göre rüyaların sembolik çözümlemesi bireyin içsel çatışmalarını anlamada önemli bir yol göstericidir.

Ego Savunma Mekanizmaları

Freud’un psikanaliz kuramı insanların bilinçdışındaki çatışmalarla başa çıkmak için geliştirdiği çeşitli ego savunma mekanizmalarını da kapsar. Bunlar bireyin kaygıyı azaltmak ve içsel çatışmalarla başa çıkmak için kullandığı bilinçdışı stratejilerdir. En yaygın savunma mekanizmalarından bazıları şunlardır;

  • Yansıtma (Projection): Kişi, kendi olumsuz duygularını veya düşüncelerini başkalarına atfeder.
  • Rasyonalizasyon (Rationalization): Kişi, kabul edilemez davranışlarını mantıklı veya kabul edilebilir nedenlerle açıklar.
  • Dönüşüm (Conversion): Psikolojik bir çatışma, fiziksel bir semptoma dönüşür.
  • Bastırma (Repression): Kişi, travmatik veya rahatsız edici düşünceleri bilinç dışına iterek unutur.

Psikoseksüel Gelişim Aşamaları

Freud’un psikoseksüel gelişim teorisi insanın kişilik yapısının erken çocukluk döneminde şekillendiği ve bu dönemde yaşanan cinsel gelişim aşamalarının yetişkinlikteki davranışları ve ruhsal durumları etkilediği fikrine dayanır. Freud’a göre, her bir gelişim aşaması bireyin ruhsal yapısının bir parçası olarak belirli bir cinsel enerjinin (libido) belirli bir vücut bölgesine odaklandığı dönemi temsil eder. Eğer bu aşamalarda sağlıklı bir gelişim sağlanamazsa birey ileri yaşlarda bu aşamalara ilişkin takıntılar veya psikolojik problemler yaşayabilir.

Psikoseksüel gelişim aşamaları; oral, anal, fallik, latent ve genital olmak üzere beş evreye ayrılır;

  • Oral Aşama: Bebeklik döneminde, ağız aracılığıyla tatmin sağlanır.
  • Anal Aşama: Tuvalet eğitimi sürecinde, birey anal bölgesine odaklanır.
  • Fallik Aşama: Çocuk, cinsel kimlik ve ebeveynle ilişkiler üzerine gelişir.
  • Latent Aşama: Çocukluk döneminde, cinsel dürtüler genellikle bastırılır ve sosyal gelişim ön plana çıkar.
  • Genital Aşama: Ergenlik dönemi, cinsel kimlik ve olgunlaşma sürecidir.

Oral Aşama (Doğum – 1 yaş)

Oral aşama doğumdan yaklaşık bir yaşa kadar olan dönemi kapsar. Bu dönemde çocuğun temel haz aldığı bölge ağızdır. Bebekler bu dönemde ağız yoluyla çevreleriyle etkileşim kurarlar; emmek, ısırmak ve çiğnemek gibi eylemler temel haz kaynağıdır. Freud, bu dönemdeki cinsel enerjinin ağız bölgesine odaklandığını ve bu sürecin çocuğun gelişimi üzerinde uzun vadeli etkiler yarattığını savunmuştur.

  • Ağız ve emme: Bebek, beslenme ihtiyacı nedeniyle annesinin memesine bağlıdır. Bu bağ çocuğun hem fiziksel hem de duygusal güvenliğini sağlar. Aynı zamanda bebek bu dönemde emme eylemiyle kendini rahatlatır ve haz duyar.
  • Bastırılmış ihtiyaçlar: Eğer bu aşama sırasında çocuk yeterince beslenme ve güvenlik sağlanamazsa gelecekte ağızla ilgili takıntılar, sigara içme, aşırı yeme, ağız yoluyla rahatlama gibi davranışlar ortaya çıkarabilir. Freud oral aşamada yaşanan eksikliklerin bireyin ilerleyen yaşlarda duygusal güven eksikliği hissetmesine ve aşırı bağımlı ve çocukça davranışlar sergilemesine yol açabileceğini ileri sürmüştür.
  • Takılma (Fixasyon): Eğer bu aşama aşırı ya da yetersiz bir şekilde tatmin edilirse birey ilerleyen yıllarda ağız yoluyla rahatlama yollarına yönelebilir. Örneğin; aşırı yemek yeme, sigara içme gibi alışkanlıklar bu dönemin takıntıları olabilir.

Anal Aşama (1 – 3 yaş)

Anal aşama çocuğun tuvalet eğitimi aldığı ve dışkı kontrolü üzerinde odaklandığı bir gelişim dönemidir. Bu dönem yaklaşık 1 yaşından 3 yaşına kadar sürer. Freud, bu dönemde çocuğun cinsel enerjisinin anal bölgeye (makat bölgesine) kaydığını belirtmiştir. Çocuk dışkı yapmayı kontrol edebilme gücünü keşfeder ve bu süreç çocuğun egosunun gelişmesine katkıda bulunur.

  • Kontrol ve bağımsızlık: Tuvalet eğitimi, çocuk için bağımsızlık ve kontrol duygusunun ilk kez deneyimlendiği bir süreçtir. Çocuk bu dönemde egosunun ilk yapılarından birini kazanır. Freud’a göre anal aşama sırasında çocuğun dışkısını kontrol etme gücünü elde etmesi bireyin ilerleyen yaşamındaki düzen ve kontrol arzusunun temellerini atar.
  • Anal sadıklık: Bu dönemdeki gelişim çocuğun kişiliğinde gelecekteki titizlik, düzen takıntıları veya aksine düzensizlik ve aşırı başkaldırma gibi davranışlarına yol açabilir. Freud bu aşamanın iki ana gelişim yoluna ayrılabileceğini öne sürmüştür:
    • Anal-retentif (kontrolcü): Çocuk, tuvalet eğitimi sırasında aşırı disiplinli ve sıkı bir yaklaşım görürse ilerleyen yaşlarında aşırı düzenli, titiz, kontrolcü ve hatta cimri olabilir.
    • Anal-ekspulsif (dağınık): Eğer çocuk, tuvalet eğitimi sırasında aşırı serbest bırakılırsa veya hiç kontrol edilmezse gelecekte dağınık, düzensiz ve başkaldıran bir kişilik geliştirebilir.

Fallik Aşama (3 – 6 yaş)

Fallik aşama 3 ila 6 yaş arasında görülen bir dönemdir. Bu dönemde çocuğun cinsel enerjisi genital bölgeye odaklanır. Çocuk bu dönemde cinsiyet farklarını anlamaya başlar ve cinsel kimlik gelişimi başlar. Freud, bu döneme ilişkin Oedipus kompleksi ve Elektra kompleksi gibi önemli kavramları temellendirmiştir;

  • Oedipus kompleksi: Erkek çocuk, annesine ilgi duyar ve babasından onu kıskanır. Babayı bir rakip olarak görür ve onunla rekabet etmeye başlar. Ancak babanın otoritesi nedeniyle çocuk bu duygularını bastırır ve babayla özdeşim kurarak erkeklik kimliğini kazanmaya çalışır.
  • Elektra kompleksi: Kız çocuklarındaki benzer bir süreçtir. Kız çocukları babalarına karşı romantik bir ilgi duyarlar ve annelerini rakip olarak görürler. Ancak annenin pozisyonu karşısında bu duygular bastırılır ve anneyle özdeşim kurarak kadınlık kimliği gelişir.
  • Cinsel kimlik gelişimi: Bu dönemde çocuk, cinsiyet rollerini ve kimliğini oluşturmaya başlar. Eğer bu aşama sağlıklı bir şekilde geçerse çocuk toplumda ve ilişkilerde sağlıklı bir cinsiyet kimliği geliştirebilir.
  • Takılma (Fixasyon): Eğer çocuk bu aşamada yeterince sağlıklı bir cinsel kimlik geliştiremezse gelecekte aşırı cinsellikle ilgili takıntılar veya cinsel kimlik krizleri yaşayabilir.

Latent Aşama (6 – 12 yaş)

Latent aşama 6 yaşından ergenliğine kadar olan dönemi kapsar ve bu dönem Freud’a göre cinsel dürtülerin baskılandığı çocukların toplumsal beceriler kazandığı bir evredir. Bu dönemde cinsel enerji genital bölgeden başka alanlara kayar. Çocuklar öğrenme, arkadaşlık, oyun ve toplumsal kurallar gibi alanlarda gelişirler.

  • Toplumsal gelişim: Bu dönemde, çocuklar başkalarıyla etkileşime girer, arkadaşlık ilişkileri kurar ve toplumsal kuralları öğrenirler. Cinsel dürtüler, bu dönemde genellikle bastırılır ve çocuğun zekâsı, arkadaşlık ilişkileri ve oyun gibi sosyal becerileri gelişir.
  • Özdeşim: Çocuklar, genellikle bu dönemde ebeveynlerinin ve diğer toplum figürlerinin değerlerini içselleştirirler. Bu çocuğun kişilik gelişiminin temelini atar.
  • Takılma (Fixasyon): Eğer bu aşama sırasında cinsel dürtüler baskılanmazsa ve çocuğun toplumsal beceriler gelişmezse ilerleyen yaşlarda toplumsal uyumsuzluklar veya yalnızlık hissi yaşanabilir.

Genital Aşama (12 yaş ve sonrası)

Genital aşama, ergenlikle başlayan ve yaşam boyu süren bir dönemdir. Bu dönemde cinsel enerji yeniden genital bölgeye kayar ve birey yetişkinlik cinsel kimliğini kabul eder. Genital aşama, fiziksel olgunlaşma ile birlikte bireyin cinsel ve duygusal ilişkilere girmeye başlamasıyla tanımlanır.

  • Cinsel olgunlaşma: Birey, cinsel ve duygusal ilişkilerde olgunlaşır ve bu dönemde cinsel dürtüler ve insanlar arası ilişkiler, bireyin tam olgunluğa ulaşmasında önemli rol oynar.
  • Kişisel olgunlaşma: Bu aşamada, birey, sağlıklı ve olgun ilişkiler kurmaya başlar ve yaşamının geri kalanında cinsel kimlik ve toplumsal ilişkilerle ilgili dengeyi bulur.

Bu aşamalar psikanaliz kuramına göre bireyin ruhsal ve kişilik gelişimini belirleyen kritik süreçlerdir ve Freud’a göre bu süreçlerde yaşanacak olumsuzluklar, bireyin yetişkinlikteki davranışları ve kişilik özelliklerini etkileyebilir. Freud, çocukluk dönemi travmalarının yetişkinlikteki kişilik ve davranışları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu savunmuştur. Onun için çocuklukta yaşanan olumsuz deneyimler bilinçdışına itilir ve bu bastırılmış duygular daha sonra çeşitli psikolojik semptomlara yol açabilir. Freud terapi sürecinin amacının bu bastırılmış anıların ortaya çıkarılması olduğunu belirtmiştir.

Freud’un Kültürel ve Bilimsel Etkisi

Freud’un psikanaliz kuramı sadece psikoloji alanında değil aynı zamanda kültür, sanat ve edebiyat dünyasında da büyük bir etki yaratmıştır. Modern edebiyatın birçok önemli ismi Freud’un bilinçdışına dair teorilerini eserlerinde kullanmış ve bununla birlikte psikolojik çözümlemeler yapmışlardır. Freud’un teorileri, sürrealizm gibi sanat akımlarının temelini atmış, sanatçılar ve yazarlar bilinçdışının derinliklerine inmeye başlamıştır. “bastırma”, “rüya analizi” ve “seksüel gelişim” gibi kavramları modern sanatın çeşitli formlarında yer bulmuştur.

Etkisi sadece Batı dünyasıyla sınırlı kalmamış, tüm dünyada düşünsel bir değişim yaratmıştır. Pek çok psikolog ve düşünür, Freud’un teorilerini ya kabul etmiş ya da buna karşı alternatif yaklaşımlar geliştirmiştir. Carl Gustav Jung, Alfred Adler gibi Freud’un öğrencileri psikanalizi kendi düşünsel sistemlerine uyarlamış ve geliştirmiştir.

Son Yılları

Freud, 1938’de Nazi Almanyası’nın Avusturya’yı işgal etmesinin ardından Yahudi olduğu için Viyana’dan kaçmak zorunda kaldı. Londra’ya yerleşen Freud, burada son yıllarını geçirdi. 1939 yılında ağrılı bir hastalık olan ağız kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Freud’un ölümünden sonra psikanaliz dünya çapında hızla yayıldı ve hem terapötik uygulamalarda hem de akademik alanda derin bir etki bıraktı. Freud’un bazı teorileri ise özellikle cinsellik ve kişilik gelişimiyle ilgili olanlar zaman içinde eleştirilmiş ve geliştirilmiştir.

Sigmund Freud, modern psikolojinin gelişiminde bir dönüm noktası yaratmış ve insan zihninin derinliklerine dair anlayışımıza yön vermiştir. Psikanaliz kuramı, bilinçdışının insan davranışları üzerindeki etkilerini anlamamıza yardımcı olmuş, kişilik teorileri ve terapi teknikleri, psikolojinin temel yapı taşları haline gelmiştir. Freud’un teorileri günümüzde hâlâ birçok psikolojik tedavi yönteminin temelini oluşturmakta ve psikoloji biliminin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Freud, insan zihnini anlamada en önemli kilometre taşlarından birini ortaya koymuş ve bunun yanı sıra kültür, sanat ve edebiyat gibi farklı alanlarda da kalıcı bir etki bırakmıştır. Freud’un mirası, insan doğasının daha derin bir şekilde anlaşılması adına büyük bir öneme sahiptir.

admin

Recent Posts

Tüketim Kültürü ve Toplumsal Kimlik İnşası

Modern toplumlarda bireylerin kimliklerinin şekillenmesinde ekonomik kültürel ve ideolojik faktörler önemli bir yer tutmaktadır. Kapitalist…

3 hafta ago

Kahvenin Endüstrileşmesi ve Statü Objesi Haline Gelmesi Üzerine Bir İnceleme

Günümüz dünyasında kahve, yalnızca bir içecek olmanın ötesine geçerek kültürel ve toplumsal bir sembol haline…

5 ay ago

İstanbul’da Şehir Yaşamı: Sabah Koşularının Popülaritesi Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme

Giriş Günümüz şehir yaşamı, bireylerin günlük rutinlerine sadece ekonomik ya da lojistik değil aynı zamanda…

5 ay ago

Friedrich Nietzsche : Felsefenin Keskin Yüzü

Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir; ki kendisi de bir canavara dönüşmesin. Çünkü uzun süre uçuruma…

6 ay ago

Türkiye’de Bisikletin Toplumdaki Yeri: Ulaşım ve Spor Bağlamında Sosyolojik Bir Değerlendirme

Bisiklet, keşfinden bu yana toplumlar içinde çesitli işlevlere sahip bir araç olarak hayatımızda yer alıyor.…

6 ay ago

Merhaba !

Sosyologmekaniker'e hoşgeldiniz... Bisiklet, Bisiklet mekaniği ve sosyoloji üzerine içerikler , Tamir rehberleri ve kitap incelemeleri…

7 ay ago

This website uses cookies.